top of page

16-) K.K.T.C.

Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'nda bizi yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez fakat kesilen sakal daha gür çıkar.

                                                        Sokullu Mehmed Paşa

23.11.2019 - 25.11.2019

Şu sıralar el altında hazır bulunan yarı yabancı memleketlerdeyim. Anlayacağınız fazla açılmıyorum. Azerbaycan üstü Kıbrıs... Resmi adıyla KKTC. Sempatik şiveli insanların, kumarın ve hellim peynirinin diyarı. Akdeniz'in tıpası, Ayşe'nin tatile çıktığı, Haçlı ordusunun kolunun kesildiği  Yavru Vatan... 

Ailemizin havayolu firması Pegasus’un bir diğer kampanyası vesilesiyle kalabalık bir grup halinde Kıbrıs biletlerimizi aldık. Bendeniz de dahil olmak üzere beş meslektaş cümbür cemaat gidiyorduk bu sefer. O güne değin en kalabalık kadrolu seyahatim olacaktı.

 

Konaklama meselesini Airbnb üzerinden çözüp ulaşım için de araç kiralama yoluna gidecektik. Ancak eş dosttan Kıbrıs’taki trafik uygulamalarına dair bazı ciddi uyarılar aldık. Bu uyarılar ülkedeki ekstra katı trafik kurallarını, trafik cezalarını ek gelir olarak gören trafik polislerini, basit bir trafik kusurunun bile hapiste sonlandığı adli uygulamaları içermekteydi. Haliyle gözümüz korktu ve araç kiralamaktan vazgeçtik.

 

14:30 kalkışlı uçağımız için Sabiha Gökçen’de toplaştık. Kıbrıs biz Türk vatandaşlarından pasaport dahi talep etmediğinden dolayı harç pulu masrafımız bu seferlik olmayacaktı. Bu uygulamayı da bir türlü aklım almış değil. Harç pulu dahi başlı başına absürt bir olay. Bildiğim kadarıyla dünyanın başka hiçbir memleketinde bir örneği yok bu saçmalığın. “Yurt dışına çıkıyor ise illa ki zengindir.” kabulü memlekette öylesine yerleşmiş ki durumu fırsat bilen devletimiz Deli Dumrul misali yol keser olmuş bizlerden. Bu konuda çok doluyum doğrusu. O nedenle fazla uzatmak istemiyorum zira uzatacak olursam satırlar boyunca mevzudan kopamayacağımdan şüphem yok.

Girne kalesi

Girne

Uçağımız Lefkoşa varışlıydı. İndikten sonra bize Lefkoşa’dan Girne’ye geçmek düşmüştü. İlk otobüsün kalkmasına daha iki saat olduğunu öğrenince hazır kıta bekleyen Vito’lardan birini tuttuk. 200 TL sabit ücreti ödedik ve hayatlarımızın en çarpıcı yolculuklarından birine başlamış olduk. 20’li yaşlarının ortalarında olduğunu tahmin ettiğim, etine dolgun şoförümüz yol boyunca saatte 150 km hızın altına düşmedi. Google’da 50 dakika görünen yolu bu sayede 20 dakika civarında aldık. 

 

Girne şehir merkezinin 5-10 kilometre kadar dışında kalan Karaoğlanoğlu adlı semtte tutmuştuk evimizi. Kapıda bulunan şifre mekanizmasına şifreyi tuşlayıp, açılan hazneden anahtarı aldık ve eve girdik. Ev küçük ama kullanışlıydı. Oldukça da temizdi. İhtiyaçlarımızı tam olarak karşılıyordu.

 

Üzerlerimizi değişip dışarı çıktık. Vakit kaybetmeden Girne merkeze gidip guruldayan karınlarımızı doyurmanın peşindeydik. Taksi tutmaya yeltendik ancak taksilerin maksimum 4 yolcu alabildiğini öğrendik. Anladık ki Kıbrıs’a beraber gelinebilecek en kötü insan sayı 5. Hem grup halinde taksiye binemiyor hem de havaalanından kalkan ve 6 yolcudan fazlasını almayan Vito’larda kelle başı zarar ediyorsunuz. 

Çaresiz toplu taşımaya yöneldik. İlk minibüse atlayıp şehir merkezine vardık Yine eş dostun tavsiyesiyle bulduğumuz Eziç isimli bir restorana yöneldik. Restoran deniz kenarında, daha doğrusu denize nazır bir yamacın üzerindeydi. Oldukça büyük ve şık bir restorandı. Zar zor bir masa bulup yerleştik. Tercihimi Kıbrıs’ın ünlü şeftali kebabından yana kullandım. Bu yemek bol baharatlı ve sarımsaklı köftelerin gömlek yağına sarılarak açık ateşte pişirilmesiyle yapılıyor. Eziç’te humus, patates kızartması ve bulgur pilavıyla beraber servis edilmekteydi. Ne yalan söyleyeyim ben bile haddinden ağır buldum bu yemeği. Çeşniler, baharatlar, üzerine bir de yağ katmanı… İsminin, özünde Şef Ali Kebabı olduğuna dair rivayetler bulunan bu yemek her zerresiyle maskülen bir yemek.

Mideleri rahatlattıktan sonra grubumuzun bazı üyeleri için seyahatimizin doruk noktasını meydana getiren aktiviteyi gerçekleştirmeye gelmişti sıra; casino -bu kelimeyi nasıl kullanacağım konusunda uzun uzun düşünüp üzerinde oynamadan olduğu gibi bırakmaya karar verdim- ve kumar.

 

Malumunuz olduğu üzere Kıbrıs adeta bir kumar cenneti. Ülkemizin aksine kumar burada yasal bir eylem olduğundan Türk vatandaşlarının kumar batağına saplanmak için öncelikli adresi Kıbrıs. Buna bir de gece hayatı, lüks oteller ve konserleri de eklediğinizde Kıbrıs ekonomisinin bel kemiğine ulaşıyorsunuz. 

 

Şehrin sahil kesiminde sıra sıra dizilmiş pek çok otel önünde volta atıp kararsız bakışlarla çevreyi süzdük. Hangisine gireceğimiz hakkında bir fikrimiz olmadığı gibi olası bir dress code veya benzeri uygulama için de hazırlıklı değildik. Ne olur ne olmaz diye düz tatilci gibi giyinmekten kaçınmıştık. Ben bile pantolon ve gömlek ile takılıyordum. 

Girne limanı

Casino sınırlarında resim çekmek yasak olduğundan buraya bir liman manzarası bırakıyorum...

Kaldırım üzerinde bir müddet git gel yaptıktan sonra bir tanesine giriverdik. Belli ki meseleyi gözümüzde biraz büyütmüşüz. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik. Tabi serde Las Vegas veya Monaco kumarhaneleri ile milyonlar yemeye gelmiş kaymak tabaka canlanıyor casino deyince. Oysa gerçek pek de öyle değil. Adam akıllı giyindiğiniz müddetçe sizlerin de paranızı çarçur etmenizin önünde hiçbir engel yok! 

 

Neyse efendim. İçeri girer girmez dikkatimi çeken ilk şey yoğun sigara dumanı oldu. Haliyle içeride sigara içmek serbest. Bu uygulama, pasif içici dahi olsanız ivedi bir karaciğer kanserinin önünü açıyor desem yalan söylemiş sayılmam. Zira durum öyle vahim ki mekan doğal bir sigara dumanı kaynağının üzerine dikilmiş olsa bu kadar kesif bir koku olamazdı. Duman adeta duvarlardan fışkırıyor, zeminden tütüyor!

 

İlk şoku atlattıktan sonra mekanı incelemeye koyuldum. Ortam tek kelimeyle ışıl ışıl. Her taraf insanın gözünü alan sarı ve altın renklerle kaplı. Heybetli avizeler ve oyun makinelerinin saçtığı ışıltılar da cabası. Uzun koridorlar boyunca sıralanan makineler arasında boş olanı bulmak ne mümkün.

 

Tüm bu curcunaya rağmen sakin bir atmosfer hakim. Oyuncuların her biri kendi halinde kol çekmekle meşgul. Garsonlar ellerindeki tepsilerle aralıksız olarak servis yaparken takım elbiseli beyefendiler somurtkan ifadeli suratlarıyla “izleniyorsunuz” mesajını veriyorlardı.

 

Bizim gibi alt tabaka, giriş katında çerez parasına oynaya dursun esas olay üst katta dönmekteydi. Bir yürüyen merdiven vasıtasıyla çıkılan üst katta çıkmamızla gerisin gerin inmemiz bir oldu. Kolpaçino’dan fırlamış gibi duran bir koca salon dolusu adam birbirini koparmaktaydı. Ağır topların arasında yerimizin olmadığının bilinciyle bu bölgeyi derhal terk ettik.

 

Kısa süre başı kesilmiş tavuk misali dolaşıp sistemi çözmeye çalıştık. Baktık bir başımıza beceremiyoruz bir görevliden yardım istedik. Aldığımız yönlendirmeler ışığında mekanın danışma bölümüne yönelip birer kart çıkartıp bunlara para yükledik. Ekipteki diğer dört kişi kendilerince bir bütçe belirleyip işlemi hızlıca tamamlarken ben seyirci olarak yetindiğimden kart çıkarma gereği duymadım.

Girne limanı

Bir liman manzarası daha...

Nihayetinde oyunlar başladı. Kollu makineler ve sanal rulet masalarında bütçeleri hızlıca tükettik. Bazılarımız biraz kazandı, biraz kaybetti. Bazılarımız tüm parasını kısa sürede kaybetti. Onlar oynayadursun ekip üyelerimizden biri muhteşem bir keşif yaptı. Meğer casino içerisindeki tüm içkiler ikrammış. Bunu öğrenen bazı ekip üyeleri cılkını çıkarırcasına kendini alkole vurmaktan geri durmadı. Şişesi binlerce lirayı bulan üst sınıf alkoller burada bedavaydı. İnanması zor ama gerçekten bedavaydı. Muhakkak ki casino raconunu bilenler için bunda şaşılacak bir şey yok ama biz tam manasıyla şok içerisindeydik. Bir taraftan alkollü alkolsüz yalayıp yutuyor bir taraftan da “Acaba çıkışta faturayı elimize verirler mi?” diye endişelenmekten kendimizi alamıyorduk.

 

İkramlar bununla da sınırlı kalmadı. Casinonun bir bölümünde açık büfe lokanta yer alıyordu ve burası da tamamen beleşti. Karnımız tıka basa dolu olmasına rağmen beleş yemeğe hayır diyemeyip bir öğün daha yedik Diğerleri en azından kart çıkarmış, az da olsa para kaybetmişlerdi. Oysa ben tastamam bir yancı olarak faydalanıyordum tüm bu nimetlerden. Gerçekten de bu casinolar nasıl para kazıyorlar ki bunca içkiyi, yemeği benim gibi yancılara bile adeta dağıtmaktan imtina etmiyorlar?

 

Kumarhanede geçirdiğimiz saatleri kumar oynamaktan çok yalayıp yutmaya ayırıp gecenin ilerleyen saatlerinde mekanı terk ettik. Geldiğimiz gibi sorunsuz şekilde çıkıp gittik. Kimse de kalkıp binlerce liralık bir faturayla yolumuzu kesmedi. Ya da “Yancıların hesabını ayrı tut.” talimatı veren bir Şerif Lloyd en azından bana tatsız bir sürpriz yaşatmadı.

Girne sahili

Evimize doğru dönerken markete uğrayıp su, meşrubat, nevale alışverişimizi yaptık. Eve dönüp sere serpe uzandığımız vakit nereden çıktığını anlayamadığım bir pasta -Peki marka hazır keklerin üzerine dikilmiş birkaç tane mum- buluverdim karşımda. Bu tertibi hiç de çaktırmadan nasıl halletmişlerdi bilemiyorum ama ekip arkadaşlarım ufak bir ön kutlama ayarlamışlardı. Doğum günüme iki gün daha vardı gerçi ama ben sayelerinde “Doğum günümü Kıbrıs’ta kutladık.” cakasını satabilme imkanı yakalamıştım.

Ertesi gün sabah 10 sularında evden ayrılıp internetten bulduğumuz Bal Gaymag isimli mekana doğru yola koyulduk. Bir sahil beldesi olan Girne’nin sayfiye bölgelerinde dolaştık. Mevsim nedeniyle pasif kalan bir plajdan geçtik. Tek katlı evler ve çeşit çeşit bitkiler tipik bir yazlık yer imajı yaratıyordu. Tam kaybolduğumuza kanaat getirmek üzereydik ki birden kendimizi aradığımız yerde bulduk. Bahçede kurulu çardaklara yerleşip kahvaltı için sipariş verdik. Mekanın sahibi Hasan amca tepemizde bitip bize Türkiye anılarını anlatmaya başladı. Kendisi üniversiteyi İstanbul’da okumuş ve uzun zaman Türkiye’de çalışmış. Hatta Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi’nin kampüsünün planını da kendisi çizmiş. Şimdi de kazandığı parayı böyle keyifli işlerde yiyor anlaşılan. Hoşsohbet bir adam olan Hasan amca duruşu ve tavrıyla tam bir esnaf aynı zamanda. Bizimle epey ilgilenip bahçesinden incir ikramında da bulundu. 

Gemi batığı

Asırlık gemi batığı...

Kahvaltıdan sonra, araba kiralamaktan vazgeçme kararımızın hatalı olduğuna dair fikir birliğine varıp bir rent a car aramaya koyulduk. Birkaç denemeden sonra vazgeçtik. Çünkü çoğu dükkan kapalıydı. Açık olanlar ise hem astronomik fiyat çekiyor hem de arabaları en az 3 gün için kiralıyorlardı.. Doğal olarak garipsediğimiz bu durum meğer tüm ülkede böyleymiş. Günübirlik araç kiralama diye bir şey yok. Yani Kıbrıs’ın trafik ile ilgili bazı enteresan uygulamaları olduğunu kabul edebiliriz. Öte yandan en başta araç kiralamaktan bizi caydıran meselelerde pek de geçerlilik payı yok gibiydi. Ne bir çevirme, ne bir radar, ne de direksiyonun sağ tarafta konumlanmasından ötürü şoförü zorlayabilecek girift yollar söz konusuydu.

Gemi büyüsü

Şehir merkezinde dolanıp en temel ihtiyacımız olan magnet açlığımızı dindirdik. Sonrasında deniz kenarına inip sahil turuna başladık. Scarface filminden fırlamışçasına duran Dome Hotel’in önünden yürüyüşe başlayıp Archangel Michael Kilisesi önüne kadar devam ettik. Girne Limanı’ndan geçip burada konuşlanmış denize nazır lokantalara akşam için kabaca göz gezdirdik. Limanın sonunda bulunan kaleye girdik. Hoş manzaralar sunan kalede bolca fotoğraf çekilip, kalenin yasaklanmış bölgelerine de girip çıkarak adrenalin pompaladık. Batık gemi müzesinde, taşıdığı anforalarla beraber asırlar önce batan geminin çürümüş gövdesini inceledik. Müzede sergilenen eşyalar arasında gördüğüm düğüm büyüsü beni oldukça etkiledi. Eşyanın yanında belirtildiği üzere bu obje geminin batması ve hatta battığı yerden çıkarılamaması için yerleştirilmişti ve güçlü bir büyü taşıyordu. Kine bak! Batırdığı yetmemiş, gün yüzü görmesine bile tahammülü yok! Tabi geminin başına gelenler büyünün etkisi midir yoksa kör talih midir orası bilinmez?  

 

Kalenin içindeki kafede soluklanıp günün kalanı için programımızı yaptık. Grubumuz bu noktada ikiye ayrılacaktı. Ekibimizdeki kumarbaz çift casinoya geçerken benim de dahil olduğum elit tayfa Bellepais Manastırı’na gidecektik. 

Taksiye atlayıp 15 dakikalık bir yolculuk sonrasında manastıra ulaştık. Girne’nin tepesindeki bir Rum köyüydü burası. Müthiş bir de Girne manzarası sunuyordu haliyle. Ancak ne yazık ki manastıra giriş şansımızı ucu ucuna kaçırdık. Meğer manastır 16.00’da kapanıyormuş. Sadece ve sadece dört dakika geç kalmış olmamıza rağmen kapıdaki inatçı güvenlik görevlisi bizi içeri almadı. Biz de manastır bahçesinden bir giriş bulup bahçeye kadar sokulduk ancak kayda değer bir şey göremedik. 

Gemi batırtan büyüsü...

Köyde kısa bir tur atıp dönüş yoluna geçmiştik ki soluklanmak için kaldırım kenarında bulunan sahipsiz sandalyelere çöküverdik. Bir abi yanımıza yanaşıp şaka yollu sandalyelerin ücretli olduğunu söyledi. Gülüştük. Sonra çay isteyip istemediğimizi sordu. Olumlu yanıt alınca hemen sokağın karşısındaki çantacı dükkanına girdi. Saniyeler içinde elinde tepsiyle dükkandan çıkıverdi. Sonra başladı anlatmaya. Kendisi Adıyamanlı’ymış. On sene önce buraya gelmiş. FETÖ’den girdi, Kıbrıs ekonomisinden çıktı. siyasetten girdi, ailesinden çıktı. Velhasıl kelam o konuştu, biz dinledik.

 

Geldiğimiz gibi taksiyle geri döndük. Bu kez de taksici abinin sohbetine yakalandık. Türkiye’nin doğusundan sürekli göç alan Kıbrıs’ın kültürel ve ekonomik olarak ne kadar bozulduğundan yakınıyordu. Ayrıca üniversite okumak için ülkeye gelen ancak üniversiteyle pek alakası olmayan siyahilerden de şikayetçiydi. Ekonomideki zorluklardan, kumarhane sahiplerinin yolsuzluklarından bahsetti. Ayrıca bazı Türklerin “Biz olmasaydık siz şimdi gavur p.çleri olmuştunuz.” minvalindeki aşağılamalarından dert yandı. Hazır lafı açılmışken Kıbrıs ve Kıbrıslılarla ilgili bir hissiyatımı da aktarayım. Buranın insanı biz Türkleri sevmekle beraber sanki içten içe bir ufak gıcıklar da. Tam adını koyamıyorum doğrusu. Ağabeyini çekemeyen küçük erkek kardeş örneği yerinde olur sanki.

Bellapais Manastırı

Bellapais'ten payımıza düşenler...

Fos çıkan kültürel gezimizi tamamlayınca biz de casinoya geçtik. Ruhlarını şeytana satmak üzere bulduğumuz kumarbaz dostlarımızı yaka paça dışarı çıkarıp hep beraber akşam yemeğine gittik. Taksici abinin önerdiği mekanları gözümüz tutmadı. Limandaki lokantalara baktık. Grubum her birini çeşitli bahaneler bularak pas geçerken en sonunda bir tanesinde karar kıldık. Kıldık ama bir türlü masaya yerleşemedik. Güzide grubum, Bangladeşli genç garson ile 20 Lira için takribi 15 dakika kadar pazarlık etti. Netice alamayarak masaya oturduk ancak pazarlık sürdü. Elde edebildiğimiz yegane şey bir tabak haydari oldu.

 

Yemekten sonra Girne’nin en büyük marketine gittik. Ekip olarak bol miktarda alkol ve tütün alırken ben çantamı tepeleme hellim peyniriyle doldurdum. Kıbrıs mutfağının medarıiftiharı olan hellimin büyük bir hayranı olduğumdan iyi hellim gördüm mü asla kaçırmam. Hazır membaına gelmişken sağlam stok yapmayı ihmal etmedim.

 

Karnımızı doyurmuş, gezeceğimiz kadar gezmiş, alışverişimizi yapmıştık. Geriye, 22:45’de kalkacak havaalanı otobüsüne kadar zaman öldürmek kalmıştı. Sessiz ve elegant bir kafe bulup çay, kahve derken epey oyalandık. Sonrasında otobüsün kalkacağı yere gittik. Ancak otobüs ortada yoktu henüz. Sokakta kalma endişesiyle hemen otobüs durağının yanı başında dizilmiş Vito’ların şoförleriyle pazarlığa tutuşup 180 liraya anlaştık. Daha sonra bizimle birlikte gelecek bir altıncı da bulunca kelle başı 30 liraya Vito konforuyla havaalanına gittik. 

 

Dönüş uçağımız sabah 05:00 sularındaydı. Yani havaalanında geçirmemiz gereken çok zaman vardı. Sote bir yer bulup yerleştik. Ben kullanmadığım havlumu köşeye serip, kirli tişörtüm ve ayakkabımı yastık yaparak seriliverdim anında. Diğerleri rahatsız banklarda sıkış tıkış otururken ben fosur fosur uyudum sabaha kadar. 

 

Dönüş yolculuğumuz gelişin aksine epey sarsıntılı oldu. Ben de dahil olmak üzere grup halinde soğuk terler akıttığımız dakikalar geçirdik. İner inmez Moov üzerinden araba kiralayıp evine gideni evine, işine gideni işine bıraktım. En sonunda arabayı park edip kiralamayı bitirip ofise geçtim. Çok geçmeden kamera ve kredi kartımı arabada unuttuğumu fark ettim. Allah’tan o kısa zaman zarfında araca müşteri çıkmamıştı. Tekrardan kiralama yapıp eşyalarımı kurtardım. 

 

En nihayetinde her ne kadar yurt dışına çıkmışım hissi uyandırmasa şikayet etmemi gerektirecek bir şey olmadı. Kalabalık bir ekiple seyahat etme tecrübesini edindim, casino kültürüne tanık oldum, bol miktarda kaliteli hellim elde ettim. Daha ne olsun?

bottom of page