19-) Bosna Hersek
Birçoğumuz için Bosna sadece bir vatan değildir, bir fikirdir. Farklı din, ırk ve kültürel geleneklere sahip insanların birlik içinde yaşayabilecekleri inancıdır...
Aliya İZZETBEGOVİÇ
18.12.2021 - 20.12.2021
Makedonya’nın hemen ardından halihazırda ziyaret etmiş olduğum bir başka Balkan ülkesine, Bosna Hersek’e düştü yolum. Kuzey Makedonya ile beraber başladığım ikinci tur gezilerime Bosna Hersek ile devam ediyorum.
Önceki Bosna Hersek seyahatimi “Seyahatlerim > Balkanlar” başlığı altında bulabilir ve hatta buradan zahmetsizce erişebilirsiniz. O nedenle bu seyahatin bazı kısımlarını seri biçimde aradan çıkaracağımı baştan bildirmek isterim.
Sarajevo
Havaalanından tuttuğum taksi ile Airbnb üzerinden ayarladığım küçük ama şirin eve ulaştım. Ev sahibim Edin beni sokak başında karşılayıp eve götürdü. 1+1 daireye hayran kaldım. Pratik ama havalı, sıcacık bir yuvaydı. Hal böyle olunca Bosna Hersek seyahati de keyifli ve moralli başlamış oldu.
Başkent Sarajevo’da geçirdiğim zamanlarda şehrin ikonik yerlerini yeniden ziyaret ettim. Başçarşı, Sebil, Hüsrev Bey Cami, Latin Köprüsü, Eternal Flame, şehitlik vb. pek çok yeri ihmal etmedim ve ilk gelişimde gidemediğim Kovaçi Şehitliği’ne gitme fırsatı buldum. Şehir merkezine yürüme mesafesinde bulunan şehitliğe ulaşmak için bir miktar rampa tırmanmak icap etmekte.
Kovaçi Şehitliği
Kovaçi Şehitliği’ni ünlü yapan şey Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin de burada bulunması. Sekiz adet sütun üzerinde oturan bir kubbe ile diğerlerinden ayrılan kabir, bu haliyle diğer mezarlardan ayrılsa da yine de oldukça sade bir yapıda. Zaten İzzetbegoviç’e de böylesi yakışırdı.
Madem Bosna Hersek turunu fazla detaylandırmayacağız bari biraz Bilge Kral’dan söz edelim. 1992’de, Yugoslavya’nın ardından bağımsızlığını kazanan Bosna Hersek’in kurucu lideri olan İzzetbegoviç, sekiz yıl cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra 2003 senesinde vefat etti.
Aliya, ömrünü ülkesinin bağımsızlığına ve özgürlüğüne adamış, bu uğurda hapse de girmişti. Hatta mahkumiyetinin beş buçuk yıl kadarını da Foça’da geçirmişti. Kimi zaman radikal bir Müslüman olması sebebiyle tenkit edilse de savaş yıllarında ülkedeki Yahudilere elinden geldiğince kol kanat germesi ve ülkede kalmaları için çaba sarf etmesiyle bu eleştirileri haksız çıkarmıştı.
Fransız filozof Bernard Henry Levy, Aliya İzzetbegoviç için şunları söylemişti; “Yoğun ve dramatik anlarda tarihin tek bir insanda somutlaştığını biliyorum. Paris’te De Gaulle, Çekoslovakya’da Dubçek, Pekin Baharı’nın ortasında bilinmeyen genç bir Çinli gibi. Dört yıl süren o sonsuz ve korkunç savaşı kapsayan Bosna dramında, tarih tek bir adamda somutlaşmıştır. Ve o adam İzzetbegoviç olmuştur.”
Çok kısa Gazi Hüsrev Bey’e de değinmek isterim. Anne tarafından hanedan mensubu olan Hüsrev Bey Sarajevo’nun ikinci kurucusu olarak bilinir. İlki ise Osmanlı uç beylerinden İsa Bey olarak geçer. İsa Bey'in şehri imar ettiği gibi Fatih için yaptırdığı saray sayesinde şehre Sarajevo adının verilmesine de önayak olduğu rivayet edilir. Zira bugün Sarajevo kelimesinin “Sarayova” kökeninden geldiği bilinmektedir ancak ismin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığına yönelik kesin bir ittifak söz konusu değildir. Mezar yeri kesin olarak bilinmeyen İsa Bey’in, Sarajevo’daki Hünkar Camii avlusundaki isimsiz mezarlardan birinde yattığı sanılmaktadır. Hüsrev Bey’in naaşı ise kendi adını taşıyan caminin bahçesindeki türbede gömülüdür.
Sarajevo’da söz konusu kahvaltı olduğunda akla börek, börek deyince de Sac geliyor. Ne yazık ki Sarajevo köşe başı leziz böreklerin satıldığı dükkanlarla dolu değil. Önceki ziyaretimde bu konuda pek muzdarip olmuştuk. Zira tipik bir Balkan memleketi olarak hamur işlerine yönelik haklı bir ünü olan Bosna Hersek bizi ciddi şekilde hayal kırıklığına uğratmıştı. Meğer keramet Sac’daymış.
Sebil’e çok yakın bir ara sokakta bulunan Sac, Sarajevo’nun resmi börekçisi konumunda. Mekana girer girmez püfür püfür tüten fırının ısısı evvela yüzünüze çarpıyor. Peşi sıra çıkarılan tepsilerde buram buram kokan nefis börekler tezgahları şenlendiriyor. Favorim ıspanaklıdan bir porsiyon söyleyip üzerine bir miktar yoğurt döktürdüm. Yanına bir bardak sıcak çayla mideme bayramı yaşattım. Sac gerçek bir börek mabedi. Bol malzemeli, sıcacık börekleri ister çayla ister koyu kıvamlı ayranlarla yalayıp yutmayı sakın atlamayın.
Sac’dan sonra ise elbette yine Galatasaray’a geliyorum. Yanlış anlaşılma olmasın, spor kulübü olan Galatasaray değil lokanta olan Galatasaray mevzubahis. Türkiye’nin ilk yabancı gol kralı Tarık Hodzic’in sahibi olduğu bu mekan çarşı içerisinde bulunuyor. Biraz dikkat ederseniz tepeden tırnağa sarı kırmızıyla kaplı Galatasaray’ı gözden kaçırmanız mümkün değil. Etobur adamın rüyası olarak da tabir edebileceğim bu güzide mekanda gönül rahatlığıyla menüyü sömürebilirsiniz ancak benim spesifik tavsiyem olan sosisi sakın ola atlamayın.
Gelelim tatlıya. Yine fazla uzağa götürmeyeceğim sizi. Çarşı içinde bulunan Badem tatlı için en doğru adreslerden. Ürün yelpazesi muazzam geniş olan Badem’de her türden tatlıyı bulabilirsiniz. Sıcak bir çay molası için de ideal bir adres burası.
Gastronomi faslının son maddesini Gradska Trznica’ya ayırıyorum. Başçarşı’dan uzanan ana cadde üzerinde bulunan Trznica, dışarıdan bakıldığında sıkıcı bir devlet binasını andırıyor. Peki içeride sizi neler bekliyor? Balkan mutfağının bir diğer alametifarikası olan şarküteri ürünlerinin gırla gittiği bir çarşı burası, kapalı bir yeme içme pazarı. Sıra sıra dükkanlarda sayısız et ve süt ürünü satılmakta. Kuru etler sonsuz çeşitlilikte. Kafanızı biraz çevirdiğinizde peynirler, turşular, sokalar… Üstelik buradaki esnaf öylesine cömert ki tezgahlarına yanaşan müşterilere ne var ne yoksa tattırmaktan geri durmuyorlar. Trznica’da yarım saatlik bir tur ve karnınız tıka basa doydu bile... Düşük bütçeli öğrenci kardeşlerime duyurulur! Cüzdanı daha kabarık olanlar ise memlekete getirmek için doyasıya alışveriş yapmaktan geri kalmasınlar.
Mostar
Sarajevo defterini kapatıp Bosna’daki ikinci durağım olan Mostar’a geçiş yapıyorum. Günün ilk ışıklarına bile daha saatler varken evden ayrılıp keskin soğuk altında yaklaşık yirmi dakika kadar yürüyerek tren garına ulaştım. İnternet üzerinden yaptığım rezervasyonun biletini gişeden alıp beklemeye koyuldum.
Neyse ki tren sıcak ve konforluydu. Renkten renge giren Bosna Hersek kırsalında üç saat kadar yol alıp Mostar’a vardım. Mostar’da beni serin ama güneşli bir gün karşıladı. Vakit kaybetmeden Mostar çarşısına doğru yürümeye koyuldum. Henüz hayat başlamadığından ötürü ortalık pek bir sakindi. Bu yüzden kahvaltı yapacak bir yer bile bulamadım. En sonunda sokak arasında bir dükkana girip bir tabak börekle karnımı doyurdum.
Sessiz sakin Mostar sokaklarında fink ata ata şehri gezmeye koyuldum. Nihayetinde yollar beni şehrin simgesine yani Mostar Köprüsü’ne çıkardı.
Neretva Nehri üzerine kurulu olan Mostar Köprüsü, Mimar Sinan’ın çıraklarından Mimar Hayreddin tarafından inşa edilip 1566 yılında açılır. Sadece Bosna Hersek’in değil tüm Balkan coğrafyasının simgelerinden biri olan köprü 1993’te Hırvat topçuları tarafından yıkılır. Savaş sonrasında köprünün yeniden inşası çalışmaları 1997 senesinde başlatılır. UNESCO’nun da destek verdiği yeniden yapım sürecini TÜİK üstlenir. Nehre dökülen orijinal taşlar teker teker toplanıp, köprü bu parçalarla yeniden inşa edilir ve 2004’te tekrardan kullanıma alınır.
Mostar Köprüsü adrenalin tutkunlarının da yakından tanıdığı bir yer. Gözükara olanlar temmuz ayında düzenlenen bir etkinlikte köprüden Neretva Nehri’ne atlamak için sıraya giriyorlar. Neredeyse 350 yıllık geçmişe sahip bu gelenek eskiden olduğu gibi bugün de tek bir amaca hizmet ediyor; cesaret gösterisi. Yüksekliği gözleriyle görmüş biri olarak bu arkadaşları gönülden tebrik ediyorum. İyi bir yüzücü olduğuma inanıyor olsam da bu atlayışı yapabilmek için epeyce gaza gelmem gerektiğini itiraf ediyorum.
Biraz soluklanmak biraz da vakit geçirmek için köprü üzerindeki, kafeye dönüştürülmüş burca çıktım. Dairesel biçimdeki ufak oda oturaklarla çevrilmiş ve belli aralıklarla siniler yerleştirilmişti. İki bardak sıcacık çayı mideye gönderip güç depoladım. Çayımı yudumlarken de nefis nehir manzarasını bir an olsun gözümün önünden ayırmadım.
Çaydan sonra köprünün diğer yakasına geçtim. Mostar Köprüsü’nün namından zaten bahsetmiştim. Meşhur köprüyü geçerken aslında ne kadar dik olduğunu fark ettim. Zaten bundan ötürü köprünün iki tarafı basamaklı yapılmış. Aksi takdirde köprü üstünde yürümek hele ki yağmur veya kar altında epey zorlayıcı olurdu muhtemelen.
Köprünün öteki yakası nispeten daha hareketli. Kıyıyı takip eden kafeler ve hediyelikçiler turistleri beklemekteler. Yolun ilerisinde Mehmet Paşa Camii, Şeyh Mahmut Türbesi, Savaş ve Soykırım Kurbanları Müzesi gibi yerler var.
Geri dönüp yeniden köprüyü geçtim. Bu yönde köprü Santic Sokağı’na açılıyor. Bu sokak şehirdeki bir diğer turistik lokasyon. Üzerinde dallanan sokakları daha doğrusu geçişleri takip ederek nehir seviyesine kadar inmek mümkün. Bu yol üzerinde, nehri besleyen kollardan birini takip ederken pek çok restoranın da önünden geçeceksiniz ki bunlar çok keyifli manzaralara sahip mekanlar.
Nehrin karşı tarafına geçmek için Kriva Köprüsü üzerinden geçiliyor ki Kriva da tam olarak bir küçük Mostar Köprüsü. Yolun sonunda artık su seviyesindesiniz. Burası köprüyü aşağıdan gören açısıyla beraber turistlerin uğrak fotoğraf merkezi.
Kıyı hattını takip ederek Lucki Köprüsü üzerinden tekrar diğer kanada geçtim. Mostar’ın aksine çelikten ve araç geçişine müsait bir köprü burası. Karşı tarafta ise Neretva Otel’in kalıntıları bulunuyor. Kalıntıların üst tarafındaki dar sokaktan yola devam ettim. Birbirine geçmiş dar sokaklar kısa boylu ve bakımsız evler tarafından kuşatılmış. Bu kısımlar Mostar’ın varoş kesimleriydi anlaşılan.
Tekrar nehir kenarına doğru inip Santic Sokağı dolaylarındaki güzel manzaralı lokantalardan birinde karnımı doyurdum. Bu noktada iyiden iyiye yorulmuş vaziyetteydim. Bu yüzden lokantada epey vakit geçirdim. Mostar turumu tamamladığıma kanaat getirmiştim.
Hesabı ödedikten sonra Mostar’a geldiğim istikameti takip ederek istasyona doğru yürümeye koyuldum. Yine de fazladan vaktim vardı ve bu vakti değerlendirmek adına yolu dolandırmaya gayret ettim. Mostar’ı Mostar yapan meşhur köprüsü ve çevresindeki alanlar şehrin kalbi ancak Mostar’ın bir de modern yani standart şehir görünümü mevcut. Baştan söyleyeyim, bu kısımlarda gezilip görülecek bir şey bulunmuyor. Belki yalnızca Sniper Tower. Öylesine dolanırken dikkatimi çeken bu çıplak bina üzerinde pek çok çizim de göze çarpıyor. O an alelade bir bina sanmıştım. İsmini cismini daha sonra, internette şans eseri gördüm. Sanırım ismi bina hakkında yeterince bilgi veriyor!
Tren istasyonuna döndüğümde hava kararmak üzereydi. Yarım saat kadar oyalanıp trenimi bekledim. Neyse ki zamanında geldi. Doğruca koltuğuma kurulup kendimi uykunun kollarına bırakıverdim.
Ertesi gün dönüş vaktim gelmişti. Öğlene doğru evden ayrılıp şehir merkezinde son bir tur attım. Birkaç hediyelik eşya alıp, Trznica’da çantamı kuru etlerle doldurdum. Karnımı da son kez doyurup havaalanı yoluna koyuldum. Koyuldum koyulmasına ama şehir merkezinden havaalanına giden otobüsü bir türlü bulamadım. İnternette böyle bir otobüsün var olduğunu öğrenmiş ancak duraklarını tam tespit edememiştim. Yalnızca Sebil çevresinden kalktığını öğrenebildim ve buraya gittim. Ne yaptıysam otobüsü bulamadım. Kime sorduysam başka bir cevapla karşılaştım. Beni oradan oraya sürüklediler. En sonunda, müşteri bekleyen bir taksiciyle göz göze geldik. Verdiği fiyat gayet makul geldi. Düşünmeden attım kendimi aracın içine.
İkinci Bosna Hersek seyahatim işte böyle son buldu. O çok sevdiğim et yemeklerinden tıka basa yedim. Harika bir evde konakladım. Aliya’nın kabrinde Fatiha okudum. Yeni bir şehri, Mostar’ı tanımış oldum. Giderayak sizlere bir de kitap önerisi bırakmak isterim müsaadeniz olursa. Pegasus Yayınları’ndan çıkmış olan "Elveda Saraybosna" isimli kitap iki kız kardeş Atka Reid ve Hana Schofield tarafından kaleme alınmış. Bosnalı kardeşler savaş esnasında bizzat yaşadıklarını, şahit olduklarını romanlaştırarak aktarmışlar. Haliyle kitabın edebi yönü zayıf. Ancak bu kitaba daha ziyade hatırat gözüyle yaklaşılması kanaatindeyim. Bu sayede, Sırplar tarafından kuşatılmış Sarajevo şehrinde mahsur kalan insanların ne zorluklar çektiklerine, canlarını kurtarmak için ne işlere kalkıştıklarına hem de birinci ağızdan şahit olacaksınız.
Hazır gaza gelmişken bir tane daha sıkıştıracağım; "Drina Köprüsü". Nobel ödüllü İvo Andriç’in yazdığı Drina Köprüsü, ana karakter olarak bir köprüyü ele alması bakımından benzersiz bir kitap. İki farklı etnik grubu birbirine bağlaması yönüyle Mostar Köprüsü’nü de andıran Drina Köprüsü'nün çevresinde gelişen olaylar ile beraber Balkanların çok uluslu yapısını, coğrafyanın iliklerine işlemiş Osmanlı varlığını ve I. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisini kanlı canlı hissedeceksiniz.