
Josip Broz, aka "Tito"

Josip Broz. Bilinen adıyla Tito. Tito isminin yerel bir Balkan lehçesinde “bunu yap” anlamına geldiği ve Tito’nun güçlü otoritesine vurgu yaptığı söylenir. Kendisi 07.05.1892 tarihinde Hırvatistan’da doğup 04.05.1980’de Slovenya’da ölmüş ve Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da defnedilmiştir. Mozolesi pazartesi günleri hariç ziyarete açıktır.
20. yüzyıl başları... Adeta kaynar kazana dönmüş Balkan coğrafyasında öne çıkan aktörler bellidir. Bir tarafta Hırvatların oluşturduğu Ustaşa birliklerini, diğer tarafta ise Sırp milliyetçilerinin Çetnik birliklerini görmekteyiz. Her iki taraf da ırkçılığa varan milli duygularla hareket etmekte ve kendileri dışında herkesi yok etme hedefi gütmektedir. Bu süreçte en büyük zulmü görenler ise Müslümanlar ve Türkler olmuştur. Osmanlı’nın devreden çıkmasıyla beraber kendi haline bırakılan bu insanlar belirgin biçimde açık hedef konumunda kalmışlardır. Kendilerini savunabilecek durumda olmadıkları gibi ne yazık ki yardımlarına koşabilecek hiç kimseleri de bulunmuyordu. Bu zafiyetin üzerine bir de Osmanlı’ya duyulan nefretin eklenmesiyle beraber, bu insanlar kafatasçı teröristlerin stres topuna dönüşmüştür. Özellikle Çetnikler bütün Müslüman köylerine baskınlar düzenleyerek çoluk çocuk demeden herkesi ortadan kaldırmaktadır. Üstelik niyetleri, bunu olabildiğince vahşi ve insanlık dışı biçimlerde gerçekleştirmektir.
Bu dönemde baskın gelen gücün Ustaşalar olduğunu söylemek mümkündür. Çetnikler dağlarda gezen eşkıyalardan öteye pek gidemezken Ustaşalar daha vizyoner katillerdi. Ülke genelinde daha büyük kontrol sağlamayı başarmışlardı. Ustaşaların kullandıkları damalı amblem ise belki bazılarınıza tanıdık gelebilir. Zira Hırvatistan bayrağının göbeğinde yer alan damalı desen işte bu Ustaşa mirasından kaynaklanmaktadır. Hatta Hırvatlar bu damalı deseni çeşitli spor branşlarındaki milli takımlarının formaları üzerinde canlı tutmaya devam etmektedir. Hal böyleyken Hırvatistan’a yönelik akıllarda soru işaretleri de canlanmıyor değil.

Ustaşa logosu. Benzerlik için bk. Hırvatistan bayrağı ve milli takım forması.
At izinin it izine karıştığı bu açlık oyunları atmosferinde siyasi bir istikrar sağlamak neredeyse imkansız gibidir. İçerideki kaos yetmezmiş gibi bir de Avrupalı devletlerin köşe kapmaca oyunları tansiyonu tüm kıtada yükseltmektedir. Ufukta kan kırmızısından başka şey görünmezken bir adam çıkagelir ve ipleri eline alır; Tito. Bölgede öylesine etkin ve güçlü bir figürdür ki birbirini gırtlaklamaktan başka şey düşünmeyen onlarca farklı etnik grubu bir çatı altında toplayıp "milletleştirmiş" ve eskinin düşmancıl mirası ancak onun ölümüyle beraber gün yüzü görebilme imkanı bulmuştur.
Burada sizlere Tito'nun yaşam öyküsünü ya da savaş yıllarını özetleme derdinde değilim. Zira buna gerek yok. Dileyenler saniyeler süren bir Google taramasıyla öğrenmek istediği her bilgiye ulaşabilir nasıl olsa. Ben bu satırlarda kişisel bir izlenimimi paylaşacağım sizlerle.
Tito’nun yaşam öyküsünü okuduktan sonra Atatürk ile özellikle savaş yıllarında karşılaştıkları bakımından birbirine çok benzer zorluklar yaşayıp benzer süreçlerden geçtiklerini fark ettim. Evvela her ikisi de Osmanlı’nın elden ayaktan düştüğü yıllarda doğup yakın dönemlerde tarih sahnesine çıkarlar. Ancak Atatürk Osmanlı vatandaşı iken Tito Avusturya-Macaristan vatandaşıdır. Bu noktada ayrışsalar da imparatorluk tebaası olmaları bakımından yine bir benzerlik söz konusudur. Hem de bildiğimiz anlamda tarihin son iki imparatorluğu.
Her ikisi de askerlik yolunu seçmiş ve kendi devletlerine asker olarak hizmet etmişlerdir. Ancak bir an gelmiştir ki her ikisi de başına buyruk davranmak ve yok olmaya yüz tutan imparatorluklarını Avrupa’nın yırtıcı devletlerinin elinden alma sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştır. Bu mücadelenin sonunda her ikisi de yeni ve modern bir devlet kurmayı başarmış ve ölümlerine değin bu devletlerin başında bulunmuştur. Ancak Tito’nun ölümü Yugoslavya’nın sonuna giden yolun kapısını aralarken Türkiye Cumhuriyeti varlığını muhafaza etmeyi sürdürmektedir.

Tito'nun Belgrad'daki mozolesi...
Savaş yıllarına gelecek olursak bu iki liderin tarih sahnesine çıkışlarının farklı savaşlarda gerçekleştiği hatırlatmasıyla başlamak gereklidir. Atatürk’ü I. Dünya Savaşı ve sonrasında, Tito’yu ise II. Dünya Savaşı ile beraber takip etmeye başlıyoruz. Savaşlar farklı olsa da hem azmettirenler hem de motivasyonlar açısından bu iki savaşı birbirinin kardeşi olarak görmek yanlış sayılmaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda Atatürk önce Osmanlı’ya karşı gelmiş, siyasi alanda faaliyete geçip alternatif idareyi meydana getirmiştir. Akabinde dağınık kuvvetler bir araya getirilmiş ve ilk mücadeleler işgalci kuvvetler yerine milletinin değil de hükümetinin yanında saf tutmayı tercih eden eşkıya yurttaşlara karşı verilmiştir. Ancak ve ancak ülke içerisindeki askeri birliğin tesisinden sonra bağımsızlık mücadelesine başlanılabilmiştir.
.jpeg)
Tito ve "eşlerinden" Jovenka...
II. Dünya Savaşı yıllarına geçtiğimizde ise Tito’nun da mevcut düzene muhalif olduğunu görmekteyiz. Avrupalı güçlerce içi tamamen boşaltılmış ve sahip olduğu etnik zenginlik adeta kitle imha silahına dönüştürülmüş Balkan topraklarında kaos hakimdir. Tito ancak ve ancak içerideki bu kutuplaşmayı giderdikten sonra modern Yugoslavya’nın tohumlarını ekebilmiştir. Buraya kadar geçen sürede, evvela dahili anlaşmazlıkları çözmek zorunda kalmıştır. Başını Çetnikler ile Ustaşaların çektiği eli silahlı çeteleri dizginlemek Tito'nun mesaisinin yarısından çoğunu almıştır belki de. Ancak ve ancak bu grupları hizaya getirdikten sonra gözünü dışarıya çevirebilmiş ve önünü kestiği çeteleri "motive eden" büyük ağabeyler ile pazarlık edebilecek şansı yaratabilmiştir.
Savaş sonrası tesis edilen yeni siyasi düzende her iki lider de kendi çıkarlarını düşünen farklı grupları bir araya getirmek zorunda kalmıştır. Ancak ve ancak bu birliğin sağlanmasıyla beraber yeni yapılanmalara gidilebilmiştir. Bir tarafta Devlet-i Aliyye'nin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Diğer tarafta ise yine Osmanlı'nın yıkıntılarından meydana getirilen ancak yalnızca ölü doğmayı becerebilmiş, suni Yugoslavya Krallığı restore edilerek modern Yugoslav devleti hayat bulmuştur.
İki lider arasındaki benzerliklerin, kurdukları devletlere de yansıdığı su götürmez. Kuruluş süreçlerinde görülen paralellikler kadar bu iki devletin sahip olduğu etnik zenginlik de dikkat çekmektedir. Öte yandan naçizane "zenginlik" sözcüğünü seçmiş olsam da bu durum iki taraf için de sıkıntılar doğurmuştur. Öyle ki bunca yıldan sonra bile ülkemizde hala etnik temelli tartışma ve çatışmalar sürmektedir. Yugoslavya için ise süreç çok daha dramatik biçimde gelişmiş olup etnik anlaşmazlıklar ülkenin sonunu hazırlamıştır. Yugoslavya'nın sınırları içerisinden tam 7 ayrı devletin çıkması durumun vehametini en iyi gösteren veridir.
Son olarak şu notu düşmekte fayda görüyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkemizde bugün hala daha sevgi, saygı ve minnetle anıldığı gibi Tito da Balkan coğrafyasında benzer biçimde yad edilmektedir. Onun ölümünü fırsat bilen her topluluk kendi yoluna gitmeyi seçmiş olsa da Balkan vatandaşlarının çoğu Tito'yu lider olarak görmeye devam etmektedir.