Top 5
Seyahat meraklısı olan, bu yola baş koymuş herkesin gönlünde bazı ülkelerin yeri ayrıdır. İmkanlar el vermeyip oralara gidemeseler de içlerinde hep bir ukdedir. Ellerine geçen ilk fırsatta ne yapıp edip oralara gideceklerdir. Göz ucuyla hep uçak biletlerini kovalarlar, kur hesabı yaparlar, yıllık izinlerin çetelesini tutarlar.
Bununla birlikte herkesin gönlünde yatan farklıdır. Bazısı İskandinavya’nın doğasına hastadır, bazısı Mısır’ın oryantalist havasına, bazısı da Ukrayna’nın doğal güzelliklerine! Ben de bu başlık altında en çok gitmek istediğim beş ülkeyi ve oralara neden gitmek istediğimi kısaca paylaşıyor olacağım.
1-) AVUSTRALYA: Avustralya, daha ilk yurt dışı seyahatime dahi çıkmadan önce gönlümde yer edinmişti. Evvela uzak oluşuna hasta olmuştum. Türkiye’de yaşayan birinin gidebileceği en uzak yer gibi görünmüştü gözüme. Avustralya’ya giden adama saygı duyar olmuştum. Doğruya doğru, Bulgaristan’a gitmek var Avustralya’ya gitmek var. Bulgaristan’a günübirlik bile gidip gelinebilir ama Avustralya’ya gitmek yürek işidir. Aktarmalarla beraber yolda geçen zaman neredeyse üç günü bulur. Üç koca gün!!! Bunun maddi karşılığı da aynı şekilde kabarıktır haliyle. Avustralya başlı başına bir challenge, bir meydan okumadır…
Daha sonra Avustralya’nın coğrafyasına, iklimine vuruldum. Avustralya ile ilgili gördüğüm hemen her fotoğraf ya da izlediğim video pırıl pırıl güneş altında sörf yapan gençler ya da sevimli kanguruları, koalaları elleriyle besleyen turistler üzerineydi. Zaman geçtikçe Avustralya gibi bir ülkede yaşamanın yaratacağı zorlukları anlar oldum ama yine de üzerimde bıraktığı o ilk izlenimin etkisi hiçbir zaman kaybolmadı.
Dahası, Avustralya tekti, özeldi. Dünyanın köşesinde bir yerde bir başına varlığını sürdürüyordu. Komşusu olmayan, yakınlarında doğru düzgün toprak parçası olmayan garip bir ülkeydi. Hatta kıtaydı. Herkesten ve her şeyden uzakta, tıpkı sınıf arkadaşlarına küsen liseli ergen gibi bir başına takılıyordu. Tek tabancaydı Avustalya…
Avustralya’ya olan sevdamın mantıklı bir tarafı yok gördüğünüz üzere. Elle tutulur tek bir neden dahi söylemediğimin farkındayım. Ama diyorum ya işte. Çocukluk aşkı gibi bir şey bu. Nedensiz ve tutkulu.
2-) PORTEKİZ: Öncekine nazaran daha gerçekçi bir hedefle karşınızdayım bu sefer. Portekiz malumunuz Avrupa kıtasının bir köşesine sıkışıvermiş, İspanya’dan başka komşusu olmayan, iliklerine kadar bir Akdeniz ülkesi.
Portekiz ile ilgili neyi seviyorum? Doğrusunu isterseniz yine doyurucu bir cevap veremeyeceğim. Diğer Avrupa ülkelerinden ayrılıyor oluşlarını ve Avrupa’nın en Güney Amerikavari ülkesi olmaları ilgimi çekiyor muhtemelen. Denizcilik geçmişinin görkemi bir tarih meraklısı olarak beni cezbediyor. Dillere destan deniz ürünleri iştahımı kabartıyor. Başkent Lisbon’un denizle iç içe ferah dokusu aklımı çeliyor.
Belki de Avustralya’da yaşadığım o uzak olma hissiyatını bir nebze olsun Portekiz için de hissediyorum. Portekiz belki mesafe olarak uzak değil ama Avrupa’nın turistik anlamda üvey evladı gibi. Fransa, Almanya, İspanya gibi ülkeler Avrupa seyahatlerinde hep öncelik verdiğimiz yerler. İskandinavya, Balkan gibi bölgeler hep ajandamızda. Oysa Portekiz biraz radar altı kalıyor sanki. Avrupa’yı karış karış gezip de Portekiz’i ihmal etmiş çok insan gördüm. Düşünüyorum da, Portekiz Datça ile aynı kaderi paylaşıyor sanki. Türkiye’nin güneybatı ucundaki Datça son durak olması bakımından biraz kuytuda kalıyor. Datça’ya gelen insan Datça’ya gelmek için buraya geliyor. Geze geze devam ederizcilerin yolu buraya asla düşmez çünkü Datça’ya geldikten sonra yapılacak tek şey gerisin geri devam etmektir. Portekiz de aynı dertten muzdarip gibi. Portekiz’e giden kişi Portekiz’e gitme niyeti taşıyor olmalı. İtalya, Avusturya gibi geniş kapsamlı bir seyahatin parçası olamaz Portekiz.
Benzerliği yakaladınız değil mi? Avustralya ve Portekiz sevdamın sanırım ortak yönünü buldum. Her ikisi de bir planın parçası olmayan ülkeler. Her iki ülkeye giden insanlar da genellikle oralara gitme dürtüsü ile hareket etmek durumundalar. Sanırım bu benim seyyahlık dürtümü tetikliyor. Ne de olsa seyyah, gidilmeyen yerlere giden kimsedir.
3-) İSRAİL: Sanırım artık anlaştık. Bende tercih edilmeyen yerlere gitme fetişi var. Neticede İsrail de Türk turistler tarafından çeşitli nedenlerle pek tercih edilmeyen destinasyonlardan biri.
İsrail ile Türkiye arasında din bağlamında belirgin bir gerilim hatta düşmanlık olduğunu hiçbirimiz inkar edemeyiz. İsrail’in ülkemizdeki imajı öcüden farksız. İnsanımızın katıksız bir nefret ile baktığı bir ülke.
Bende İsrail’e gitme konusunda bu manzaranın teşviki oldu mu, bilemiyorum. Genelde böyle aykırı davranışlar peşinde değilimdir ama İsrail’in toplum içindeki imajının yarattığı bilinmezlik karşısında “Ben İsrail’e gittim.” diyebilme ve ne kadar nefret dolu olursa olsun karşımdakinin İsrail’e olan merakını gözlerinden fark etme lüksüne asla hayır demem.
Peki insanımız İsrail’i neden merak eder? Sonuçta bu ülkeden tiksiniyorlar. İşte bu sorunun cevabı aynı zamanda benim İsrail sevdamın da temel motivasyonunu meydana getiriyor. Cevap çok basit; din! Dinden kastım; küçüklüğümden beri ilgimi çeken din tarihi, dini yapılar gibi konular. Oldum olası bunlara karşı hep ilgi duymuşumdur. Mevzu bahis din tarihi olunca da bir numaralı adres bana kalırsa İsrail sayılmalıdır. Üç büyük dinin birden göz bebeği yaptığı Kudüs’ü görmek ve bu şehrin havasına kazınmış mistisizmi içime çekmek en büyük arzularımdan biri olagelmiştir.
4-) MADAGASKAR: İşte yine abes bir isimle karşınızdayım; Madagaskar. Madagaskar yine bulunduğu coğrafyanın hakkını ver(e)meyen ülkelerden biri. Afrika’nın batısında kendi başına bir ada devleti olan bu egzotik ülke, sanki Sri Lanka’nın oralarda bir yerde olsaymış daha isabetli olurmuş gibi geliyor bana. Keza, sizi bilmem ama ben araştırdığım ve gördüğüm kadarıyla bu ülkenin insanını pek Afrikalı kefesine koyamıyorum.
Görmüş olduğunuz önceki örneklerle benzerlik taşıyan bir ülkenin adını verdim. Yalıtılmışlık, coğrafi aykırılık, bolca deniz, özgün yapı… Peki Madagaskar’da ilgimi çeken tek şey bu mu? Elbette değil. Nasıl ki İsrail’in sokaklarına sinmiş ezoterik havanın peşine düşmüş isem Madagaskar’ın geniş arazilerine yerleşmiş egzotik havanın da izini sürmekteyim. Madagaskar, pek çok açıdan kendine has bir karakteri olan ve sinema perdesinden fırlamış gibi bir ülke.
5-) A.B.D.: Bu olmadı değil mi? Sen git buram buram özgünlük, buram buram otantizm kokan ülkelerden sonra gel, yetmiş iki milletin melezlenmesine aldırmaksızın dünyanın başına bela olan tarihsiz, dinsiz, kültürsüz Amerika’ya gitmeyi iste.
Evvela, her ne kadar aksini iddia etsek de kabul edelim ki hepimiz Amerika’ya gitmeyi istiyoruz. Yeni yıla New York’ta girmeyi, Utah’ta kanyonlar arasında gezmeyi, Miami’de denizin ve güneşin tadına varmayı, Las Vegas kumarhanelerinde para kaybetmeyi, NBA maçı izlemeyi, hamburger yemeyi, kayak yapmayı istiyoruz.
Benim istediğim şey ise hem hepsi hem hiçbiri. Bana kalırsa Amerika dünyanın mini bir demosu gibi sanki. Pek çok ülkeye tek bir spesifik arayış için gidebilirken Amerika, menüsünde neredeyse her seçeneği barındırıyor. Bu ülkede istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz, hem de her şeyi. Adamlar kelimenin tam anlamıyla mini bir dünya yaratmışlar.
Buna paralel olarak ve eyalet sisteminin de etkisiyle Amerika onlarca minyatür devletin yarattığı bir gezegen niteliğinde. Boston şehri tarihi dokusu ile ön plana çıkarken siyahilerin hâkimiyetindeki New Orleans Afrika’dan fırlayıp gelmiş gibi bir havaya sahip. Amerika ile ilgili beni en çok şaşırtan şey de işte bu, tek bir ülkenin bu kadar farklı özellik barındırıyor olması.
Ayrıca, az önce de değindiğim üzere Amerika dünyanın jandarması konumunda. Bugün teknoloji başta olmak üzere pek çok alanda söz sahibiler. Benim düşünceme göre işte bu yüzden de Amerika’yı görmeliyiz. İdeal ülke olarak pazarladıkları şeyin ne olduğunu yerinde anlamalıyız.